Cem, Alevilerin yapmış olduğu toplu ibadetin adıdır. Toplum ile yapılan ibadet, Alevilerde son derece önemli bir yere sahiptir. Cem, kelime manası itibariyle “toplanma, birleşme, birlik olma” anlamına gelir. Yol, erkân, edeb, ahlak, sorgu ve inancın bütün gerekleri Cem’de yapılır. Cem Alevi inanç ve kültür bütünlüğünün hemen hemen her konusunu işleyen kurumsallaşmış bir dini törendir. Cem, Hak meydanı olarak da nitelendirilir. Cemlerde Hakk’a ibadet yapılır, niyaz edilir, secdeye gidilir. Bununla birlikte toplumsal yargılama olur, dara durulur, rızalık alınıp verilir, lokmalar yenilir, paylaşım sağlanır, semah dönülür, saz eşliğinde deyişler okunur, Allah-Muhammed-Ali yolunun en temel esasları ve ilkeleri öğretilir. Mehmet Yaman Dedenin deyimiyle “Aleviliğin okuludur” (Yaman, 2007:127). Bir Alevinin doğumundan ölümüne kadar tüm yaşantısı Cem ile bağlantılıdır. Cem Alevilere göre, Allah-Muhammed-Ali yoluna girildiği, musahip tutulduğu, erkânın görüldüğü ve sorgunun yapıldığı yerdir. Her şeyden önce rızalığın sağlandığı yerdir. Yani kırgınlığın, küskünlüğün, hoşnutsuzluğun olmadığı yerdir.

 

Kul hakkına riayet edilen meydandır. Kimin kime hakkı geçmişse ya da başkasının hakkı kendinde kaldıysa helalığın alındığı Hak meydanıdır. Cem ibadetinde “Ölmeden önce ölünüz, hesaba çekilmeden önce hesabınızı görünüz, ahirete kul hakkı ile gitmeyiniz. Hiç kimseyle alıp vereceğiniz kalmasın. Alnınız açık, yüzünüz ak olsun. Dürüst, mert, iyi huylu olun. Döktüğünüz varsa doldurun, ağlattığınız varsa güldürün…” kuralları geçerlidir (Yaman, 2007: 227). İşte bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Cem ibadeti günümüzde tüm insanların üzerinde düşünmesi ve faydalanması gereken bir anlayış ortaya koymaktadır. Kişisel hırsların ve maddiyatın en ilk sıralarda geldiği, her şeyin içinde yaşadığımız kapitalist ekonomik sistemlerde parayla alınıp satıldığı bir dönemde, nefsin terbiye edilmesi, yani günümüz deyimiyle ego’nun kontrol altına alınması ve Hakk’ın, yani rızalığın sağlanmasını amaçlayan Cem ibadeti büyük önem arz etmektedir. İnsan tabiatı gereği iyiyi de kötüyü de içinde barındırır. Din terminolojisi bunu, rahmanîlik ve şeytanîlik şeklinde dille getirir. Önemli olan Alevi Cemlerinde olduğu gibi, rahmani olan cevheri insanda ortaya çıkarmak ve muhafaza etmektir. Hak-MuhammedAli divanı olarak kabul edilen Cem erkânınında kul hakkına saygı en başta gelen ilkelerdendir. Cem’de icra edilen her davranışın bir anlamı vardır. Yapılan her ritüelin zahiri (görünen) bir anlamı olmakla birlikte batinî de (görünmeyen, iç anlamı) bir manası bulunmaktadır. Bütün faaliyetler birliğin ve dirliğin sağlanmasını amaçlamaktadır. Dünya ile ulu divanın, yani ahiretin birleşme, tamamlanma yeridir. Cem’de sunulan can’dır, haldir. Söylenen söz ve sergilenen özdür (Uluçay, 1993: 25). Yapılan secdeler Allah’ın huzurunda Adem’e ve dolayısıyla Hakk’a yapılır. Çünkü Adem’e secdeyi Allah yaratılış esnasında buyurmuştur. Hak meydanı denmesinin asıl sebebiyse bütün bu anlatılanlar ile yakından ilgilidir. Dünya işinin görüldüğü yer olmakla beraber, Ulu divanda durmak, ahireti de yaşamak gibi bir duygu halidir Cem Erkânı. Hak makamında oturan Pir/Mürşit Hz. Muhammed Mustafa, Rehber ise Hz. Ali olarak kabul edilir. Bu durum öyle iç içe geçmiştir ki Muhammed-Ali söylemiyle ikisi adeta birbirinden ayrılmaz konumdadır. Batinî anlayışa göre aynı nurdan yaratıldıklarına inanılır ve onlardan şefaat beklenir. Cem erkânlarını Dedeler yönetir. Dedeler veya Pirler, Alevi anlayışında dinsel hiyerarşinin başında gelirler. Muhammed-Ali yolunu, Pir makamını temsil ederler. Posta, yani Cemin yapıldığı yerde, herkesin niyaz ettiği Pir makamına otururlar ve bütün Cem erkânını baştan sona on iki hizmet eşliğinde yönetirler. Muhammed-Ali makamı en saygın makam kabul edilir. Cem’e gelen canlar (insanlar), ilk önce eğilip Pir makamına secde edip niyazda bulunurlar. Arkasından ayakta selamlama vaziyetinde durarak, Pir makamından, Dededen dua alırlar. cemde gülbenkler okunur, Allah-MuhammedAli’ye salavat getirilir. Burada dedenin hizmet sahiplerine verdiği duanın bir kısmını ve tövbe duasının bir bölümünü örnek teşkil etmesi açısından aktarmak istiyoruz: “Allah!..Allah…. Akşamlar hayır ola, hayırlar fethola, şerler defola. Hizmetleriniz kabul ola. Muratlarınız hasıl ola. Hazır gaib, zahir batın Cem erenlerinin nur cemallerine aşk ola. On sekiz bin alemle birlikte mümin-müslüm cümle kardeşlerimizi Muhammed-Ali gülbenginden mahrum eylemeye. Allah cümlemizi didari Ehlibeyt’e, meşreb-i Hüseyin’e nail eyleye…” (Zelyut, 1991: 188). Günahların affı için, Allah’a dua edilir. İlk önce Kuran-ı Kerim’in Tövbe suresinin 119. ayeti okunur. “Ey insanlar, Allah’tan sakının. Doğrularla beraber olun” (Tövbe suresi 119. ayet). Ardından şu Gülbenk okunur: “Tövbe günahlarımıza estağfurullah, elimizle, dilimizle, belimizle işlediğimiz günahlarımıza tövbe estağfurullah, kalbimizle Cem-i azamızla işlediğimiz günahlarımıza tövbe estağfurullah, isyanımıza tövbe-esttağfurullah.” Daha sonra ise hep birlikte selavat getirilir. “Allahüme salli ala seyyidina Muhammed’ in ve ala al-i Muhammed.” (Zelyut, 1991: 190). Cemlere gelen canlar lokmalarıyla birlikte gelirler. pirin huzurunda bir lokma duası şöyle verilir: “Allah… Allah… lokmalarınız kabul, muradlarınız hasıl ola. Hak-Muhammed-Ali kabul eyleye. İmam Hasan, Şah Hüseyin, Hünkar Hacı Bektaş Veli defterine kayıt eyleye. Nur-i Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz Hünkarımız Hacı Bektaş Veli. Gerçek erenler demine hü…” (Yaman, 2007: 188). Cem erkânı boyunca sırası geldikçe dualar/gülbanklar sıkça okunur.

 

Cemevi Cemevi, Cem ibadetinin yapıldığı yere verilen isimdir. Burası meydan yeri olarak da nitelendirilir. Kırsal bölgelerde Cem ibadeti büyükçe bir evde, varsa Cemevinde yapılır. Şehirlerde ise günümüzde gerek Anadolu’da gerekse Avrupa ve dünyanın çeşitli yerlerinde inşa edilen Cemevlerinde yapılmaktadır. Cemin yapılması için aslında özel bir mekana gerek yoktur. ceme uygun her yerde Cem Erkânı yapılabilir. Aleviler nereye dönseler Allah’ı orada gördüklerini söylerler. “İnsanın cemalini (yüzünü) görmek Hakk’ın yüzünü görmeye benzer. Çünkü Hak Teala’nın sığdığı tek yer insanın gönlüdür, yani kalp beytullahtır” derler. Onlara göre Allah’ın başka hiçbir mekana ihtiyacı yoktur. Önemli olan gönül evine girmektir. Hakk’ın mekanı insanın gönlü ise onun mekanını yıkmak en büyük günahlardan sayılmaktadır.

Aleviler, cemin “Kırklar Meclisi”nde uygulandığına inanırlar. Cemsiz bir Aleviliğin olmayacağı konusunda istisnasız bütün Aleviler hemfikirdirler. Peki Kırkların cemi hangi kaynaklarda anlatılmaktadır? Alevilikte Cem’in yazılı olarak ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı ana kaynak Buyruk’tur. Buyruk ya da İmam Cafer-i Sadık Buyruğu olarak da adlandırılan kitap, Alevi inancının en başta gelen kaynağı konumundadır. Kuran-ı Kerim’den sonra Alevilerin kutsal olarak benimsedikleri ikinci eserdir. Çünkü İmam Cafer-i Sadık’ın sözlerinden oluştuğu kabul edilir. Alevilerin nerdeyse bütün inanç kuralları ve dini terminolojisi Buyruk kaynaklıdır. El yazması şeklinde Alevilerin ellerinde bulunan yazmalar, daha sonraları toplanıp kitap halinde yayınlanmıştır. Günümüzde birden fazla yayınlanmış Buyruk mevcuttur. Biz burada özellikle Sefer Aytekin’in yayınladığı ve en özgün Buyruk yayınlarından biri olarak kabul görmüş olan Buyruk`tan faydalanacağız. Yorum yapmadan Buyrukta anlatılan Kırklar Cemi’ni aktarmak istiyoruz. Buyrukta Kırklar ile Hz. Muhammed’in buluşması iki şekilde anlatılmaktadır. Kırklar Meclisi, Allah’ın hidayetine erişmiş, kırk mübarek zattan oluşan bir meclis olarak kabul edilir.

“Kırklar Cem’i, Rivayettir ki, Muhammed Miraca gidince yolda bir aslan gördü. Çıkarıp hatemi (yüzüğünü) ağzına verdi. Orada nişan kaldı. Ondan revan (yola koyuldu) oldu. Sidretülmüntehaya (Hak katına) erişti. Dosta (Allah’a) vasıl oldu. Doksan bin kelam söyledi. Otuzbini şeriat oldu. Cemi yüz yirmi dört bin kelam oldu. Altmış bini Ali’de sır oldu. Muhammed Miraç’tan gelirken Mina’da bir kubbe gördü. Kapıyı kaktı (çaldı) içeri vardı. Kırklardan birisi “Kimdir” deyü sual etti. Gaipten bir avaz (ses); “Muhammed Nebi geldi” dedi ve ol vakit Muhammede yer gösterdiler. Muhammed oturdu. Andan, Cebrail Aleyhüsselam geldi. Hatem fahri hatemi çıkarıp önüne koydu. Ol vakit Kırklar birden ayağa durdular. Hatem Peygamber yerinde oturdu. Bu kere, Muhammed’in fikrinden bu geçti ki “sizler kimlersiniz” deyüp bunlara sual eyledi. Ol vakit Muhammed’e sual etmekte müşkili var idi. Muhammed baktı ki cümlesi bir kıyasta büyüğü kangisi (hangisi) küçügü kangisi olduğuna müşkilde kaldı. Muhammed bunlara dediki: “Sizin küçüğünüz kimdir ve ulunuz kimdir”.

Kırklar eyitti: “Bizim ulumuz küçüğümüz kırktır” deyip cevap verdiler. Ol vakit Muhammed eyitti ya kani (hani) sizin biriniz noldu” dedi. Kırklar eyittiler: “Seyyidullah, gitti” dediler. Kırklar eyitti: “Ya Muhammed ne çok sordun dediler, Selman’ı da burda hazır bil ya Muhammed” dediler. Ol vakit, Muhammed bunlardan nişan istedi. Kırklar eyitti: “Kırkımız birdir, birimiz kırktır.” Deyüp hemen kırklardan birisi kolunu kaldırdı. Muhammed neşter urdu (vurdu). Kırklardan dahi birer damla kan aktı. Ve Selman parstan geldi. Bir tane üzüm getirdi: Muhammed bir üzümü ezdi; şerbet eyledi. Kırklar içti. Çus ettiler. Muhammed, sam’a (semah) girdi. Semle (sarık) başından düştü. Kırk pare oldu. Kırklar kuşandılar (Aytekin, 1958). İkinci anlatım şeklinde ise Peygamber’in Kırklar’ın kapısına vardığını, ancak ilk etapta içeri giremediği, anlatılır. Kendini Peygamber olarak tanıttığı için, Kırklar’da “Var git Peygamberliğini ümmetine yap” gerekçesiyle ilk seferde, Peygambere kapıyı açmadıkları belirtilir. Fakat daha sonra Allah’tan nida gelince, yani Hakk’ın sesi duyulunca Hz. Peygamber içeri girmiştir.

“ Kimsin?” “Sırrı’l-kayyum, hadimü’l-fukarayım” Yani fukaralarn hizmetçisiyim cevabı, Peygambere bütün kapıları açmıştır. Daha sonra Kırkların Peygamberi selamlayıp hürmet etiklerini Buyruk şöyle anlatmaktadır: “Merhaba; ehlen ve sehlen, dediler. Yani hoş geldin, kadem getirdin, gelmekliğin mübarek olsun dediler, miftahü’l-ebvab deyü kapıyı açtılar… Meğer ki Şah-ı Merdan Ali dahi ol muhabbette hazır idi. Bunlar Resul hazretlerini görüncek kıyama (ayağa kalktılar) durdular. Yer gösterdiler. Seyyid geçip Ali’nin yanına oturdu. Lakin, Ali olduğunu bilmedi. Andan baktı; yirmi ikisi Müzekker (Erkek), on yedisi Müennestir (Kadın). Haber sorup eyitti “(Aytekin, 1958: 156- 157).

Aleviler ceme katılan insanların tümüne “can” diye hitap ederler. Bu hitap tarzı başlı başına, Alevilerin insana bakışını ve ona ne kadar değer verdiğini çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. “Can” kelimesi insanları bütün sıfatlarından soyutlayan, onu tümüyle sadece insan olduğu için yücelten ve kabul eden bir anlam ifade eder. “Can” tanımlaması insanların toplum içinde, günlük yaşamlarında sahip oldukları tüm sosyal statülerini, yani makamlarını, mevkilerini, zenginliklerini, fakirliklerini, cinsiyetlerini dahi ortadan kaldıran ve herkesi Hak meydanında eşit şekilde bir araya getiren, tarif edilemez güzellikte bir düşünceyi barındırır. Hiç kimse cem esnasında diğerinden üstün görülmez. Kadın erkek ayrımı yapılmaz. Benciliğin hiçbir çeşidine yer verilmez. Beşeri hayatta insanların arasında oluşan basamakların tümü yıkılır. Fiziksel farklılıkların tümü ortadan kalkar. Herkes adeta o meydanda bir hiç haline gelir. Sadece Hak meydanında “can” yani “ruh” kalır. Can kelimesi dini terminolojide aynı zamanda ruh anlamına da gelmektedir. Aleviler “Ten ölür, can ölmez” derler. Ölen bedendir, yani tendir. Hakk’a yürüyen ise candır, yani ruhtur. İnsanın kendisini her şeyden arındırarak Hak meydanına teslim etmesidir. Günümüz dünyasında bu anlayıştan örnek alınabilecek, insana hak ettiği değeri verecek birçok dersin alınabileceğine inanıyoruz. Çağımızda malesef her şey, ama her şey piyasa kuralları gereği alınıp satılmaktadır. Piyasa, yani pazar, kapitalist ekonomik düzenlerde her şeyi belirleyen ana faktördür. Kâr amaçlı faaliyetler ön plana çıkmaktadır. Her şey piyasada yapılacak kâra endekslidir. Pazarların insanların ihtiyaçlarını gidermesi yerine, sanki insanlar pazarların ihtiyacını giderir gibidirler. Maddiyat ve güç uğruna her şey pazarlarda alınıp satılmaktadr. İnsanın onuru, haysiyeti, gururu, namusu, şerefi ve insanı insan yapan ne kadar erdem varsa, göz ardı edilip, ayaklar altına alınmaktadır. Hepimiz maalesef aynı piyasa düzeni içinde ve aynı koşullar altında yaşıyoruz. Bu durum bizlerin davranışlarına, düşüncelerine, hal ve hareketlerine ve kişiliklerimize ister istemez yansımaktadır. Mal, mevki ve güç uğruna sürekli bir rekabet içinde olup egomuza yenilebiliyoruz. Tamda bu nokta da “Can” olabilmek, erenler meydanında “hiç” olup birbirimize eşit davranmak, insan olduğumuzu tekrar hatırlamak açısından eşsiz güzellikte bir emsal teşkil etmektedir. Alevilerin inandığı “Kırklar Cem’i” bu manada bütün insanlık için bir model konumundadır. Çünkü orada, herkes eşit ve özgürdür. Hiç bir sıfatın ve niteliğin Hak meydanında kıymeti yoktur. Allah’ın huzurunda kul olmanın, turap olmanın, eşit olmanın, Hak ile Hak olmanın bir değeri vardır.

Hz. Muhammed’in, Peygamberlik makamıyla Kırklar Cemi’ne girmek istemesi bile mümkün olmamıştır. Zira “Ben yoktan var olmuş bir yoksulum” dedikten sonra içeri girebilmiştir. Bu ibret alınması gereken bir durumdur. Aslında Hak Teala burada Hz. Peygamber ve Kırkların aracılığıyla ilahi bir mesaj vermektedir. Allah dileseydi Hz. Muhammed’i elbette ki ilk seferde Kırkların meclisine girmesini sağlardı. Fakat bu misal ile hiç bir makamın Allah’ın katında kıymetinin olmadığını bize göstermektedir. Yine Kırkların “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” demeleri herkesin Hak meydanında can olmasının bir göstergesidir. Kırkların kadınlardan ve erkeklerden oluşması ve Hz. Peygamberin bir üzüm tanesini paylaştırıp, hepisinin içmesi ve mest olmaları da eşitliğin çok önemli bir belirtisidir. Asıl olan ise canların birliğinin sağlanmasıdır. Bunuda en bariz şekilde şuradan anlıyoruz ki Kırklardan birine neşterin vurulması sonucu, kırkından kanın akması, onların ne türden bir birlik halinde olduğunun kanıtıdır. Yine Hz. Muhammed’in sarığının düşüp kırk parçaya bölünmesi, paylaşıma, birliğe ve eşitliğe bir işarettir. İşte Hakk’ın izniyle bu Kırklar Meclisi gerçekleşmiş olmasaydı, bizim bunlardan örnek alma fırsatımız olmayacaktı. Bu açıdan Hz. Peygamber’in Kırklara uğraması çok önemlidir. Çünkü Peygamber olmasaydı Kırklar bilinemezdi. Onun sayesinde bilindi ve insanlara can olmanın ne kadar kıymetli olduğu öğretildi. Böylece Hak meydanında Allah’ın resulü ile velisi, Kırklar ile birlikte insanlara paha biçilmez bir örneklemeyle can olmanın, benlikten sıyrılmanın, birliğe varmanın, ulaşılması gereken hedefler olduğunu beyan ettiler. Eğer bizde günümüzde nefsimize gem vurmayı öğrenip Hak ile Hak olmak istiyorsak, sadece kendi kişisel zevklerimizi ve ihtiraslarımızı ön plana çıkartmak yerine, Kırklar Meclisinde anlatılanlara kulak verip, hem manayı hem de simgeyi anlamalıyız. Ve bu anlayışa göre bizi kemalâta yaklaştıracak dersler çıkartabilirsek ilerlemiş oluruz. Bu anlamda sosyalleşmek toplum refahı ve mutluluğu açısından büyük rol oynamaktadır. İşte bunun en güzel örneğini, yani bencilliğin yerine birliğin sağlanması düşüncesini, Kırklar Cemi’nde yaşananlar gözler önüne sermektedir. Alevi inancının insanı insandan ayırmama anlayışı işte tamda “can olma” olgusundan kaynaklanmaktadır. Dil, din, ırk, renk ve cinsiyetin bu ulvi düşünceye göre önemi yoktur. Zatan Allah dileseydi herkesi ve her şeyi tek düzen yaratırdı. Fakat Hak Teala yaratılışı çok çeşitli ve renkli meydana getirmiştir. Bu öyle bir şeydir ki örneğin hiçbir insanı bile diğer bir insan gibi yaratmamıştır. Mesela her insanın kendine ait, başkasına benzemiyen bir parmak izi vardır. Allah cümle varlığı yaratırken çeşitliliği sevmiştir. İşte yaratılışı bir görmek ve Hakk’ın nazarında olduğu gibi, eşit algılamak, özellikle insan’a “can” diyebilmek, Alevi inancının en güzel yanlarından birisidir. Bu ulvi inancı ve felsefeyi insanlara anlatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak hepimizin görevi olmalıdır. Eminiz ki cümle insana can gözüyle bakabilmek hem barışı sağlar hem de insanların birbirlerini sevmelerine katkıda bulunur. Sevmek karşılıksız ve koşulsuz olunca güzeldir. İnsanları sevmek ve onlara hürmet etmek, Alevilerin deyimiyle “Adem’e secde etmek” çok önemlidir, çünkü bu Allah’a secde etmek demektir. Kendi ruhundan Adem’e üfleyen Allah için en kutsal varlık insandır. Cümle yaratılan Adem’e secde etmiştir. İblis ise benlik taslayarak şeytan olmayı seçmiştir. Bundan dolayı cemde benlik, senlik kabul edilmez, onun yerine Cem olmak, birliğe ulaşmak en üstün meziyet sayılır. İnsanı kendi kabesi gören ve Allah-Muhammed-Ali’nin ahlakıyla bütünleşen insan, kendisine “Aleviyim” diyebilmelidir. Allah-Muhammed- Ali yolunun yolcusu, insanlara can gözüyle bakmayı, aynı nazarda görmeyi, incitmemeyi, sevmeyi ve hangi koşullarda olursa olsun, ayrım yapmamayı gerektirir. Pir Sultan tek bir cümle ile bunu en güzel şekilde özetlemiştir. “Gelin canlar bir olalım” Bu manevi yolculukta, canların özellikle Cemlerde birliği sağlamaları, Allah’a yapılabilecek en güzel ibadet sayılmaktadır. Aleviler Allah’a bütün kalbleriyle inanırlar, onun her şeyi yarattığını ve insanda tecelli ettiğini her fırsata dile getirirler. Kâinatta var olan her şeyi Hakk’ın bir yansıması olarak tarif ederler. Bu düşünüş tarzına tasavvufta vahdet-i vücut felsefesi denilmektedir. “Hak’tan geldik yine ona yürüyeceğiz” derler. Her daim Hakk’ın birliğinden ve dolayısıyla insanların birliğinden söz ederler. Bunun içinde yapılacak bütün inançsal ve toplumsal faaliyetlerin insanı kemalate erdirmesi yönünde olması gerektiğini dillendirirler. Alevi tasavvufuna göre yüceliğin zıddı, adına şeytan denilen bencilliktir. Kişi yücelik ve olgunluk ile bu nefsi ezmelidir. Böylece şeytanı ezmiş olur ve bu vesileyle kendisinde kötülük ve haksızlık gibi şeyler doğmaz. Aleviler insanın gönlünde iki sultanın olduğunu söylerler. Bunlarda Hz. Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’a anlattığına göre: birisi rahmanî, diğer ise şeytanî olan sultanlardır. Buna göre şeytani sultanın adı nefistir. Rahmani sultanın adı ise akıldır (Birdoğan, 1995: 329). İnsan bundan dolayı rahmani olanı seçmelidir. „Rahmani sultanın” canların gönlündeki ikdidarı için gayret göstermelidir. Çünkü ten ölür, canlar ise Hakk’a yürür. Alevi-Bektaşiler ruhun ölümsüz olduğuna ve mutlaka canın kafesten kurtulup, Hakk’a geri döneceğini sıkça vurgularlar. Bu da yine aynı şekilde ozanların nefeslerine yasımıştır.

Ölürse tenler ölür,

Canlar ölesi değil.

(Yunus Emre)

 

Bir gün olur tenim düşer toprağa,

Karışır toprağa toz olur gider.

(Aşık Veysel)

Vücudun bir kafese benzetilmesi özellikle Bektaşilerde daha yaygın bir şekilde dile getirilir. İnsan vücudunu bir kafese, ruhu ise içinde çırpınmakta olan bir kuşa benzetirler. İşte bir gün ruh, ten kafesinden kurtularak aslına geri döner. O vakit can Hakk’a kavuşmuş olur. Çünkü Allah Kuran-ı Kerim’de, “Bir gün mutlaka bana geri döndürüleceksiniz” demektedir. Böyle bakıldığında ise aslında ölüm diye bir şey yoktur. Sadece belli bir sürenin sonunda ten’den ayrılan bir can vardır. İşte “can olabilmek”, “ölmeden önce ölebilmek” Aleviliğin insan’a, Hakk’a olan saygısını ve mukkades inancını bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu manada “can” olmak insanın fiziksel içgüdülerinin kontrol altına alınması ve sosyalleştirilmesi demektir. Çünkü insanın egosu kolayca tatmin olmayan bir şeydir. İstedikçe ister. Oysa cemde can olmanın en büyük özelliği bu istekleri törpüleyip, insanda o rahmani olan cevheri ortaya çıkartmaktır.

On İki Hizmet özellikle ikrar, musahiplik ve görgü hizmetleri için icra edilen cemlerde uygulanmakta ve farklı ritüellerden oluşmaktadır. Hangi inanç olursa olsun, insanların yaptıkları toplu ibadetlerde mutlaka belirli kurallar, hükümler ve seremoniler mevcuttur. Alevilerde de durum farklı değildir. On İki Hizmet diye adlandırdıkları ve Cem süresi boyunca görevlendirilen insanlar tarafindan uygulanan ritüeller bulunmaktadır. Buna göre hizmet sahipleri, Cem’in açılışından kapanışına kadar Dede ile birlikte Cem erkânının nizam içinde sonlanmasını sağlarlar. Her hizmetin derin batinî bir anlamı ve yerine getiriliş şekli bunlunmaktadır. On İki Hizmet, bazen ritüellerin ugulanış ve sıranalış şekli bakımından bölgelere göre farklı biçimlerde yerine getirilse de aynı işlevle icra edilmektedir. Hizmet sahipleri büyük bir itinayla görevlerine hazırlanır ve muazzam bir harmoni içinde görevlerini yerine getirirler. Cem ibadetinin iskeletini bir nevi On İki hizmet oluşturmaktadır.

  1. Dede (Sercem’de denilir, Cem’i yönetir)
  2. Rehber (Görgüsü yapılanlara ve Cem’e katılanlara yardımcı olur)
  3. Gözcü (Cem’de düzeni ve suküneti sağlar)
  4. Çerağcı (Çerağ yakılması, meydanın aydınlatması ile görevlidir)
  5. Zakir (Saz eşliğinde deyiş, düvaz, miraçlama söyler)
  6. Farraş (Car – süpürge çalar, manevi temizlik yapar, gerekirse rehbere yardım eder)
  7. Sakka-İbriktar (Sakka suyu dağıtır)
  8. Sofracı-Kurbancı (kurban ve yemek işlerine bakar)
  9. Semahcı-Pervane (Semah yaparlar)
  10. Peyik (Cem’in olacağını haber verir, canları Cem’e davet eder)
  11. İznikçi (Cemevi’nin temizliğini sağlar)
  12. Bekçi (Cem’in güvenliğini sağlar). (Ulusoy, 1980: 264).

Dede, cemi yöneten dini önderdir. Görev itibariyle Hz. Muhammed’i, Hz. Ali’yi ve Hacı Bektaş Veli’yi temsil eder. Onların adına ikrar alır nasip, dua verir (Özmen, 2000: 417). Hak- Muhammed-Ali yolunu, erkânını, ilkelerini ve ahlakî kurallarını anlatır. Bilgili, yetkin, edepli ve örnek bir kişiliğe sahip olması gerekmektedir. Pir postunda oturduğu için Aleviler’in ruhani lideri konumundadır. Bölgelere göre farklı şekillerde isimlendirilir. Örneğin, Tahtacılarda Mürebbi, Edirne Bektaşilerinde Baba, İstanbul Bektaşilerinde Mürşit, Anadolu Alevilerin de ise Dede veya Mürşit olarak anılır (Birdoğan, 1995: 282). Fakat günümüzde Dede tanımlaması daha çok yaygınlık kazanmıştır. Dede cemi duayla başlatır ve sırası geldikçe Cem esnasında hizmet sahiplerine oturmuş olduğu makamın / postun, vermiş olduğu yetkiyle dualarını verir. Yapılan hizmetlerin kendine değil Hak-Muhammed-Ali divanına yapıldığını sürekli hatırlatır. Aydınlatıcı ve eğitici konuşmalar yapar. Dede posta oturmadan önce Cemaaten rızalık ister ve daha sonra usülünce geçip posta oturur. Toplumun rızalık vermediği bir kimse posta oturamaz. Cemi yönettiği için yeri geldikçe duaları da o verir. Dedenin hizmet sahiplerine topluca verdiği dua örneğin şöyledir: “Allah… Allah… Akşamlar hayır ola, hayırlar fethola, şerler deffola. Hizmetleriniz kabul ola. Muratlarınız hasıl ola hazır, gaip, zahir, batın ayin-i cem erenlerinin nur cemallerine aşk ola. Onsekizbin alemle birlikte mümin müslüm cümle kardaşlarımızı Muhammed- Ali gülbenginden mahrum eylemeye, Allah cümlemizi didar-ı Ehlibeyt’e meşreb-i Hüseyin’e nail eyleye. Muhammed-el Mustafa, Aliyye’lMurtaza, Fatima Ana ve diğer hizmet sahiplerinin hüsn-ü himmetleri üzerinizde ola. Saklaya, bekleye… Dil bizden nefes Kutbü’l-Arifin Gavsü’l- Vasilin Hünkar Hacı Bektaş Veli’den ola. Nur-i Nebi, Kerem-i Ali, Gülbang-i Muhammedî, dem-i pir, gerçek erenler demine Hü…” (Erdoğan, 2000: 146).

Rehber, Alevi Cemlerinde Dededen sonra ikinci önemli hizmettir. Dede’nin olmadığı zamanlarda ceme, Rehber vekalet eder. Talibi, yani Hak-Muhammed-Ali yoluna girmek istiyenleri eğitir, hazırlar ve yol kurallarını öğretir (Uluçay, 1993: 69). Dedeye yardımcı olup, canlara yol yordam konusunda rehberlik yapar. İkrar vermek isteyenlerin öğretmeni konumundadır.

Cemlerin nizam ve huzur içinde geçmesini sağlar. Rehbere yardımcı olur. Erkan yerinin disiplini ve düzeni onun sorumluluğundadır. Canların cem dışındaki hal ve hareketlerinin de gözcüsüdür. Aksi durumlarda Dedeyi bilgilendirir ve şahsı uyarır (Uluçay, 1993: 69). Cem erkânı boyunca diğer hizmetlerin yapılması için yardımcı olur, sukünatı, dirliği ve birliği sağlar. Aynı zamanda en çok göz önünde bulunan hizmet olup, cemin coşku ve duygusallık içinde sona ermesine yardımcı olur.

Cem meydanının hem zahirî anlamda aydınlatılmasından hem de batinî manada nurlanmasından sorumludur. Hz. Muhammed’in nurunu simgeleyen çerağların yakılmasını ve yanar kalmasını, çerağcı sağlar. Cemler çerağların uyandırılması (yakılması) ile başlar. Çerağcı ilk önce kandilin yakılması için Kuran-ı Kerim’in Nur suresinin 35. ayetini okur.

“Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun örneği içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil bir sırça içerisindedir. Sırça içinden bir yıldız gibidir ki doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah insanlara örnekler verir. Allah her şeyi bilmektedir.” (Altınok, 2012: 347). Çerağcı daha sonra çerağı uyandırır (yakar). Çerağ yanarken dizi üzeri gelip şu duayı okuyarak, canları selavat vermeye çağırır: “Çerağ-ı rüşan, fahr-i dervişan, zuhur-i iman, himmet-i piran, pir-i Horosan, kürşad-ı meydan, Kuvve-i Abdalan, kanun-u evliya gerçekler demine Hü…” Daha sonra ceme katılan canlar, Muhammed-Ali’ye ve İmamlara candan salavat verirler.

Salavattan sonra çerağcı secdeye varıp niyaz ettikten sonra ayağa kalkar. Böylece meydan Hak- Muhammed –Ali’nin nuruyla nurlanır, güzelleşir ve aydınlanır. Bu ritüelin sembolik manası inançsal açıdan çok derindir. Çünkü Erenler meydanı inanışa göre yapılan bu dua ve uygulamalarla, Allah’ın nuru ile nurlanmış olur.

Cem ritüelinin hizmetlilerinden biri olarak kurumsallaşan, ocak merkezli ritüel evreninde usta-çırak ilişkisi, muhabbet meclisleri ve ritüellerde zaman içinde yetişen, bağlı olduğu ocak ve ocaklar arası ilişkiyle oluşmuş bir söz ve ezgi repertuvarına sahip olan, cemin türüne göre değişen ritüellerde ‘hizmet hakkı’ adlı icralarında hizmetin içerik ve işlevine uygun nefes, düvaz imam, tehvit, semah ve mersiye türündeki manzum ritüel metinlerini kutsal kabul edilen sazı ile ocağına ve yöresine özgü yerel ezgilerle icra eden, yeni metinler yaratma kabiliyeti olanlara ‘âşık’ adı verilen, usta malı Ulu Ozanlara ait metinleri icra edenler ocak ve yörelere göre ‘âşık’,‘sazandar’, ‘güvende(r)’, ‘kamber’, ‘güyende’, ‘İmam Cafer’ gibi farklı adlandırmalarla anılan cem ritüelindeki hizmet sahibine ‘zâkir’ denir.” (Ersal, 2019: 29).

Farraş’a süpürgeci veya Carcı da denilmektedir. Cemevi’nin temizliğinden sorumludur, Burada asıl olan manevi temizliktir. Cemde her hizmetten sonra bir süpürge ile meydana gelinerek sembolik bir temizleme yapılır. Hizmetler yapıldıkça günahlardan arınıldığı, meydanın ise temizlenmesi gerektiği inancına dayanır (Uluçay,1993: 69). Bu temizlik batinî manada yapılan temizliği sembolize etmektedir. Dede, Cem erenlerini edep-erkâna davet eder. Katılımcılar diz üzeri gelirler. Farraş süpürgeyi meydana çalıp manevi temizliği yaptıktan sonra dara durup şunları söyler: “Hamdülillah pirimiz Hazreti Bektaş’tır. Üstadımız Al-i Muhammed’den Seydi Ferraş‘tır. Ber cemal-i Muhammed, Kemal-i Hasan, Hüseyin, Bülend ara salavat” der. Tüm Cemaat: “Allahüme Salli ala Seyyidina Muhammed ve ala Al-i Muhammed” diye salavat getirir. Daha sonra ise Dede bu hizmettin duasını verir: “Allah… Allah… Hayırlar fethola, şerler deffola, Münkir, münafık mat ola. Süpürgeci Selman… Kör olsun Yezid-ü Mervan. Carımıza Ali Şah-ı Merdan. Hizmetin Hakk’a geçe. Seydi Ferraş’ın himmeti üzerinde ola. Yüzün ak ola. Nur-u Nebi Kerem-i Ali, Pirimiz Hünkar Hacı Bektaş Veli demine hü…” (Ulusoy, 1980: 273).

Bu hizmeti sunan kişi omuzunda havlu, elinde leğen ve ibriği ile cem ibadetinde yerini alır. Dedenin sembolik abdest almasında yardımcı olur. Suyunu döker havluyu uzatır. Dua verildikten sonra Cem erenlerine suyu dağıtır veya avucuyla üzerlerine serper. Serpilen su, zemzem suyuna benzetilir.

Çoğu zaman niyazcı diye adlandırılan Kurbancı, lokma, kurban ve yemek işlerine bakar. Kurbanları tekbirleyerek keser veya kestirir, hazır hale getirir. Lokma merasiminde cemde sofrayı kurar, kaldırır. Hak lokmasını dağıtır. “Elimde yoktur okka ile terazi ey canlar, oldunuz mu hakkınıza razı?” diye cem erenlere seslenir (Uluçay, 1993: 69). Cem’de bulunanların rızalığını ister. Herkes hakkına razı olduktan sonra hizmeti tamamlanmış olur.

Semahçılar sıraları geldiği zaman, Zakir’in “Telli Kuran”ı ile icra ettiği müzik eşliğinde semah yaparlar. Buna Semaha durmak, kalkmak, çekmek veya dönmekte denilir. Semah, Alevi-Bektaşilere göre yapılan ibadettin bir parçasıdır. Allah ile başbaşa kalmanın en yoğun yaşanılan duygusal halidir. Konsentrasyon gerektiren, Hak meydanında Hak ile başbaşa kalma durumudur. Hakk’a geri dönüşü temsil eder. Dedeler semah esnasında sürekli şu ifadeleri kullanırlar: “Hak için ola seyir için olmaya!” Bu da bize gösteriyor ki Alevi inancında dönülen semahlar Hak içindir, kul için değil. Folklorik bir gösteri değil, ibadettir.

Peyik tüm canlara, cemin yapılacağını haber veren kişidir. Dede ile canlar arasındaki haberleşmeyi sağlar. Ayrıca cem esnasında diğer hizmetçilere yardımcı olur (Özmen, 2000: 418).

Cemevinin düzeninden ve temizliğinden sorumludur. Her şeyi sıra ve kurallına göre yerlerine yerleştirir. Cemevine gelen canlara da Dede huzurunda duruş, niyaz ve diğer ritüellerde yol gösterir. Örneğin orturma yerlerini belirler (Özmen, 2000: 418). Cem’in aslına uygun bir düzen içinde geçmesine yardımcı olur.

Bekçi, cemin ve ceme gelen canların güvenliğini sağlar. Özellikle eski zamanlarda Aleviler cemlerini gizli yapmak zorunda kalmışlardır. Resmi otoriteler Alevi insanını hep baskı ve takip altında tutmuşlardır. Bundan dolayı bekçiler’in görevi çok önemliydi. Özellikle kırsal bölgelerde bekçiler Cem’e gelenlerin mallarını da korumakla sorumluydular (Özmen, 2000: 419). Cemi engelleyecek durumları Dedelere bildirirlerdi. Bekçinin görevi cemevinin dışındadır. Görevinin kutsallığı ve sorumluluğu nedeniyle duada unutulmaz, sevabı üstün olan bir hizmet olarak kabul edilir.

Daha öncede belirttiğimiz gibi On İki Hizmet genelde İkrar, Musahiplik ve Görgü Cemlerinde uygulanır. Bölgelere göre hizmetlerin sıralanması ve isimlendirilmesi farklılıklar gösterse de öz itibariyle uygulama ve inanış aynıdır. Çeşitli vesilelerle yapılan cem türlerini de bir sonraki bölümde özetleyerek anlatmaya çalışacağız. Buna geçmeden önce cem ibadetinin yapılış şeklini ve ritüellerin genel bir sıralanmasını aşağıda vermek istiyoruz. Mehmet Yaman Dede “Alevilikte Cem” isimli eserinde şöyle bir sıralama yapmaktadır:

On İki hizmet sahipleri cemde gerekli araç ve gereçleri tamamlarlar.

  • Cemaat, cemevinde toplanır.
  • Dede usulüne uygun bir şekilde cemevine girip postuna oturur.
  • Dede, genelde canlara eğitici bir konuşma yapar.
  • Zâkirler, saz eşliğinde deyiş söylerler.
  • Süpürge (car) çalınır.
  • Post (seccade) serilir.
  • Dargınlar barıştırılır, sorunlar çözümlenir, canlardan rızalık alınır.
  • Oniki hizmet sahiplerinin duaları verilir.
  • Çerağ (delil) uyandırılır.
  • Tezekar (ibriktar) tarikat abdesti aldırır.
  • Kurban ve lokmaların duaları verilir.
  • Dede, yol-erkân konusunda canlara bilgi verir.
  • Gerekirse kısa bir mola verilir.
  • Cem mühürlenir (Secde yapılır).
  • Üç düvazimam okunur (Secde yapılır).
  • Üç Tevhid çekilir (Secde yapılır).
  • Miraçlama okunur, Kırklar semahı yapılır.
  • İstek semahları yapılır.
  • Sakka suyyu dağıtılır.
  • Mersiyeler okunur.
  • Lokma ve Kurban (sofra) hizmeti sunulur.
  • Lokmalar yenilip sofra duası verilir. Daha sonra ise şu hizmetler yerine getirilir ; Süpürge çalınır, post kaldırılır, on iki hizmetler duası verilir, çerağ dinlendirilir ve cem ibadeti sona erer (Yaman, 1998: 11-12).